"Hakiki sanat hepimizi kendi hikayelerimizi düşünmeye davet eder"
Bize müziğe nasıl başladığınızdan ve Sen Yoktun albümünün nasıl
ortaya çıktığından biraz bahsedebilir misiniz?
1980'li yılların başında Boğaziçi
Üniversitesi’nde öğrenciyken, hatta ondan da önce Galatasaray Lisesi'nden tanıştığım
arkadaşlarımla beraber müzik yapma hevesimiz vardı. Bu arkadaşlarımla bir araya
gelip bir yıl boyunca beraber çalıştıktan sonra Ezginin Günlüğü’nü kurduk. 1983
yılının Mart ayında ilk konserimizi verdik. Sonra konserler ve albümler devam
etti. Bu süreç boyunca grubun solistlerinden biriydim. Aynı zamanda söz
yazıyordum ve şiir düzenlemesi yapıyordum. Grubun üç albümünde; Sabah Türküsü,
Ala Gözlü Yar ve Doğu Türküleri'nde solistlik yaptım. Onlarca konserde sahneye
çıktım. Sonra 1989'da master ve doktora eğitimi için Amerika'ya gittim. Grup benden
sonra da iki albüm daha yaptı ve sonrasında o ilk kadrosu dağıldı. Bir süre sonra
Nadir Göktürk başka elemanlar alarak ikinci Ezginin Günlüğü şeklinde grubu
devam ettirdi; bu ikinci aşamada gruba Hüsnü Arkan da katıldı. 90'lı yıllardan
sonra yaklaşık 20 yıl böyle devam etti grup. Ardından Hüsnü Arkan da ayrıldı
bundan bir süre önce. Şu anda grup üçüncü bir aşamaya girdi.
Benim hikayeme gelince, her zaman müzik,
şiir, söz, icrayla bir aradayım. Bazen azalır, bazen çoğalır, ama hayatımda hep
vardır müzik. Amerika'dayken de, Türkiye’ye döndükten sonra da bu böyle devam
etti. Hep sözler yazarım, bir yerlere bir şeyler kaydederim. Böyle böyle epey bir beste-söz birikmişti.
Bunu açığa çıkartmak istedim. Önce eskilerden birkaç arkadaşımla bir araya
geldik ve beraber bir şeyler yapmayı denedik.
Nedense eskilerle ilişki koptu mu, tekrar başlatmak zor oluyor. En son eski arkadaşlarımdan biriyle şöyle bir
durum oldu. Tanju Duru vardı bizim kurucu ekipten. O bir albüm yapmak istiyordu 2006-2007 gibi.
Ben ona sözler yazdım birkaç şarkısı için. Sonra o bir albüm çıkardı Duru
Zamanlar diye. Çok da güzel bir albüm oldu.
Benim albümüm üzerinde çalışmaya başlayacaktık. Ne yazık ki 2008
sonbaharında Tanju'yu bir dağcılık kazasında kaybettik. Sonra bir gün, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki
ofisimde otururken kapı açıldı ve içeriye bu albümü birlikte yaptığımız,
yıllardır görmediğim Kadir Şan Tarhan okulla ilgili bir işi hakkında benimle
konuşmak için girdi! Ezginin Günlüğü’nün kuruluş günlerinden tanıştığımız,
kendisi de grupla bir süre beraber çalışmış, çok iyi bir gitarcı, besteci ve
düzenlemeci olan Kadir Şan da Boğaziçi Üniversitesi mezunudur; makine mühendisliğinden
girip sosyolojiden çıkmıştır! Dolayısıyla
bu albüm aslında iki Boğaziçilinin albümüdür.
Kadir Şan ile yıllar sonra biraz
birbirimize destek olalım ve parçalarımızı gün ışığına çıkartalım, dedik. Bir
yıl kadar onun ve benim bestelerim üzerinde çalıştık. Besteler ve sözler
olgunlaştığında fikir danışmak için Nadir Göktürk'e gittik. İlk kayıtları Nadir Göktürk'ün ev stüdyosunda
yaptık. Sonra Nadir bize gerçek
kayıtları yaptığımız Kadıköy’deki Harem Stüdyo'yu önerdi. İki yıl kadar süren
kayıt sürecimiz 2015 başı civarında bitti.
Bu süreç, bizim için, yeni müzik piyasasını, müzisyenleri, kayıt yöntem
ve tekniklerini öğrendiğimiz bir öğrenme süreci de oldu. Mixing, mastering, bir parçamızın bestesinin
telif haklarının alımı, yayıncı şirketle anlaşma derken Haziran ayı geldiğinde
albüm hazırdı, ama seçim dolayısıyla çıkarmayalım dedik. Biraz daha zaman geçti, Türkiye’de siyasetin
durulmasını bekledik. Sonra düşündüm: 15 yaşından beri siyaseti takip ediyorum,
20 yıldır siyaset bilimi hocalığı yapıyorum ve Türkiye'de ne siyasetin, ne
ekonominin, ne toplumun durulduğuna hiç şahit olmadım. Bundan sonra da
durulmayacağını bildiğim için bir yerde bu albümü çıkartmak lazım, diye
düşündüm. Ada Müzik’le de konuştuk, “beklemeye mahal yok, albümü Eylül ayında
çıkaralım” dedik. Ve 7 Eylül’de çıktı. Şimdi de kendi yolunda gidiyor
albüm.
Albümün bir özelliği şu: bu bir solist albümü değil, solistin de
bir parçasını oluşturduğu bir düzenleme albümü. Şarkıları dinlediğinizde
gitarı, bası, flütü, piyanosu, kemanı, çellosu, davulu, solisti ve her şeyiyle
o ince işlenmiş müzikal yapıyı göreceksiniz.
Düzenlemeye çok özenildi. Albümün kompozisyonuna ve altyapısına çok özenildi.
Aynı zamanda ağır bir albüm bu. Sözleri de ağır, kendisi de ağır. Dolayısıyla
ağır dinlenmeyi ve yavaş tüketilmeyi, keşfedilmeyi, sindirilmeyi bekleyen bir
albüm. Fast-food bir albüm değil. Bu belki bizim için bir risk, ama aynı
zamanda bizim dinleyicimiz de müzikle daha derin, daha yavaş bir ilişki
kurmasını beklediğimiz bir dinleyici.
Akordeondan kemençeye farklı enstrümanlar var albümde... Bu albüm
aynı zamanda bölgesel bir yolculuk mu?
Üç şarkıda Ege/Akdeniz havası ve
tınısı görüyorsunuz. İki tane de Karadeniz temalı şarkı var. Demek beş
şarkımızda böyle bölgesel bir tema var. Ama
şarkıların hiçbiri Akdeniz ya da Karadeniz olsun diye yapılmış değil. Tamamen
benim ve Kadir'in o melodiye yakıştırdığımız bir durum. Bazı ortak temalar çıktı
ama, sonuçta. Örneğin, zeytin teması
var, ada teması var, yol teması var. Bir tematik süreklilik var. Bu, enteresan
bir biçimde, birbirini izleyen bir süreçte oluşuyor. Kadir bir melodiyle geliyor. O melodinin
üzerine ben bir söz yazıyorum. Sonra öbür melodi ondan bir öncekine göre şekillenmeye
başlıyor ve bir öncekinin sözleri de bir sonrakini belirlemeye başlıyor.
Buna
biz aslında sosyal bilimde, sosyal bilimciyim madem, "path
dependency" diyoruz. Yani yola çıktıktan sonra attığınız her adım bir
sonrakinin yönünü belirliyor. Yol bittikten sonra baktığınızda başlangıçta benim
kurmadığım bir hikayeyi, bir yapıyı siz görebilirsiniz. Benim başlangıçta hiç
aklıma gelmeyen, o sırada yolda giderken düşünmediğim bir hikayeyi, dışarıdan
bakan bir dinleyici görebilir. Aslında benim bilmediğim bir hakikatimi bana
söyleyebilir. O yüzden albümün güzel tarafı çoklu anlamlandırmaya açık bir
albüm olması. Ama ben de dinlediğimde
mesela bir yokluk, arayış, yad etme, hatırlama, yasını tutma teması görüyorum.
Birçok şarkıyı sözler olarak birbirine bağlayan böyle bir tematik süreklilik
var. Ama bunlar, dediğim gibi, baştan planlanarak oluşmuş temalar değil. Yolda
giderken, kendi kendine ortaya çıkmış, birbirini doğurmuş temalar.
80'lerin sonu ve 90'larda dinleyiciler için Ezginin Günlüğü, belli
bir kuşağı etkilemiş önemli bir gruptu. Şimdi bu yeni albüm vesilesiyle dinleyiciler
yeniden o tınıları da duyacak mı?
Orijinal ruhun başka türlü bir
yansımasını duyacaksınız. Hepimizin
hayatında bir destansı dönem vardır. Aslında biz ne kadar büyüsek de hep o
döneme referansla bugünümüzü yeniden adlandırırız. Herkes için bu dönem
farklıdır. Kimisi için ilk gençliktir, kimisi için çocukluktur, kimisi için orta
yaşlardır. Biz hep yeni başlangıçlar yapabilsek de o destansı dönemin kayıpları
ve kazançları, zaferleri ve yenilgileri bizi şekillendirmiştir ve aslında insan
hayatı, kendi etrafında dönen dervişler gibi, o destansı dönemin etrafında
dönerek ve onu anlamaya çalışarak geçer.
Sanatın şöyle güzel bir tarafı var: sanatçı kendi destanının
anahtarlarını şiir ve şarkıyla dinleyiciye verince, o da o anahtarla kendi destanının
kapısını açmaya başlar. Sanatın güzel tarafı, insanları kendi hikayeleri
üzerinde düşünmeye ve oradan yola çıkarak kendi sanatını yapmaya davet
etmektir.
Beni en çok etkileyen şairlerden
biri Fuzuli'dir, mesela. 16. Yüzyılın bu şairini bugün okuduğumuzda bile kendi
hayatımıza ilişkin bir anahtarı bulabiliyoruz onda. Büyük sanat bu oluyor.
Sanat, aslında, hepimizin hayatlarındaki o anlatılmayı bekleyen hikayeyi
anlatmaya bizi zorladığı ölçüde ve hepimizi küçük sanatçılar haline getirdiği
ölçüde büyük sanattır.
Siz akademik çalışmalarınızı da aynı şekilde titizlikle
yürütüyorsunuz. Geçtiğimiz yıllarda da özellikle muhafazakarlık ve Kürt sorunu
araştırmaları gibi bugüne dair de söyleyecekleri ve sonuçları olan konular
üzerine çalıştınız. Güncel akademik çalışmalarınız hakkında da biraz bilgi
verebilir misiniz?
Şu anda hazırlıklarını yaptığımız yeni araştırmamız Türkiye'deki
siyasi tartışmanın ana eksenleri ve yorum çerçeveleri konusunda olacak. Türkiye
siyasetinde ve kamuoyunda Kürt meselesi, başkanlık sistemi ve parlamenter
sistem, yolsuzluk, Gezi protestoları gibi birçok konuda tartışmalar yürüyor. Bizim
ilgilendiğimiz konu, bu siyasi tartışmaların belli anlam çerçeveleri içinden
yürüyor olması. Yani herkes özgür değil bu tartışmayı yürütürken. Bakış
açıları, olaylara bakışı etkileyen prizmalar diyelim, yukarıdan aşağıya
veriliyor. Bu da genelde medya, kanaat önderleri, dini liderler, siyasi
liderler ve partilerin insanlara ‘’bu olaya buradan bak’’ demesiyle oluyor. Çoğu
insan kendi çerçevesini oluşturamadığı için var olan çerçevelerden birini
benimseyip, o çerçevenin merceğinden bir olaya bakmaya başlıyor. Dolayısıyla, bir
olay hakkındaki siyasi tartışmayı belirleyen üç-beş çerçeve oluyor. Biz bu
araştırmada şu konular üzerinden ilerleyeceğiz: Yakın tarihimizdeki kırılma
noktaları hakkındaki belli başlı yorum çerçeveleri nelerdir? Toplumun hangi
kesimleri, olaylara hangi çerçevelerden bakıyor? İnsanlar çerçeveler konusunda rasyonel,
eleştirel bir tutum mu takınıyorlar, yoksa onlara körü körüne bir inanç mı
besliyorlar? İnsanlar bu çerçeveleri
nereden duyuyorlar; mesela medyadan mı, siyasi mitinglerden mi, arkadaşlarından
mı, başka yerlerden mi?
Şunu unutmamak lazım, sanatın çok büyük katkısı var sosyal bilime.
Sanat bana bir duygusal çerçeve çizer ve ben aslında duygusal olarak evet
demediğim hiç bir şeye bilimsel olarak evet demem. Sanat bana neyin iyi neyin
kötü, neyin olabilir neyin olamaz olduğu konusunda bir öngörü katar. Ben bir olayın, bir fikrin anlamını önce
hissederim. Özellikle güzellik-çirkinlik
açısından hissederim, estetik olup olmadığını hissederim. Eğer bana güzel veya
estetik gelmiyorsa herhangi bir siyasi proje veya fikir, benim ona siyaseten
doğru demem mümkün değil.
Haber: Ronay Bakan ve Duygu Durgun Köseoğlu / Kurumsal İletişim Ofisi
http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/hakiki-sanat-hepimizi-kendi-hikayelerimizi-dusunmeye-davet-eder
No comments:
Post a Comment
Comments are welcome // Yorumlarınız için teşekkürler